Back To The Wild


Evimizin orda mütemadiyen zift şerbetiyle dökülen asfalt altımda ortalama 110 km/h hızla akıyor.Saat 2 yönünden vuran güneş ışığı bu eski yolu parlatmaya yetmiyor.Yoldayım,yaşamış binlerce filozofun yaptığı gibi yolda olmak fiilini kendi kafama göre gerçekleştiriyorum.Hayat hızlanır yoldayken;ağaçlar,çalılar,sollama şeritleri,elektrik direkleri,köyler kulübeler,ağlayıp koşuşturan çıplak erkek çocuklar,kaçan veletleri kovalayan hamarat analar,hepsi akrep olur,bense yelkovan ki ışık hızına sahip,geçer giderim yanlarından hangi yeli hangi hakla kovduğumu bilmeden.Yoldayken herşey mükemmeldir.Tüm dertler varınca başlar,vardıktan hemen sonra tekrar erer sona.Bir anlık boğuşmanın ertesinde sorunlarla,mutluluk nedir anlarsınız.Varmış olma tatminidir bu.Annenizin yollarken arkanızdan döktüğü duaların tuttuğuna sevinirsiniz,inancın kendisine inanmadan...

Uzanıyorum,neredeyse 50 yıllık bir köy evinin 2. katında,misafir yatak odasında ev sahibi gibi uzanıyorum,çiçek desenli,eski kokan bir yorganın üzerinde.Nadir rastlaştığımız ay ve yıldızların gözlerinin üzerimde olduğunu biliyorum,farfaranın biri,koynuma girmek için sineklikle savaşıyor,dışarıdan gerçek kuş cıvıltıları geliyor,tek nefesimle dünya üstündeki her O2 molekülüne mesaj yolluyorum,sırıtarak.Kafamı az kaldırdığımdaysa yaşlı,cok yaşlı bir teyzenin söylediğinden anladığım kadarıyla "Huçça"yla burun buruna geliyoruz.Hayatımda ilk kez bir tepeye
hayranlık duydum,üstü benim ekmek kesişim gibi hafif yamuk,ağaçsız tek noktası bulunmayan bir tepe "Huçça" ve bir efsane,ona baktığım her an beni çağırsada yanına,biliyorum tehlikeli olduğunu;her sevgili gibi biraz sadizmle haşır neşir olduğunu.Kapatıyorum gözlerimi evrene,ömrümün uykusuna koşuyorum,soğuk eski ahşap kokulu odamda haziran sonunda yorgana sarıla sarıla.

Yürüyorum,evden çıktım,iki köpek takıldı peşime birisi siyah-beyaz diğeri sarıydı.Benden beklentileri vardı,tanıdığım her insan gibi.Toplamda 4-5 evde yaşayan insanın bulunduğu bu köyde her 2 ayaklının 2 ayağına da sarılmak zorundaydı onlarda.Suçlamadım.Minibüsçülerin uğradığı kahvenin yanındaki bakkalvari mekana girdim.Sabahın 7 si olduğu için kahvaltı için biraz kraker aldım.Yarısını yeni yoldaşlarımla paylaştım.Keyiflerimiz yerine geldi,susadım,önüme çıkan herhangi bir çeşmeye dayadım ağzımı ve içtim dağın suyunu,iliklerini kuruttum.Güneş Huçça'nın yanından göstermişti kendini.Ben ve 2 yoldaşımda yukarı köye doğru ilerliyorduk.Sağımda yükselen ağaç dikkatimi çekti.Dalları basan kiraz,burada işi abartmıştı ve benim mülkiyet anlayışıma göre yememde sakınca yoktu.En kırmızı dala uzatıp kolumu,aşağı aldım şanssızı,öğrenmeliydi meyve veren ağacında dalında zarar göreceğini.10 dakika boyunda ağacı tam anlamıyla talan ettiğimde,yanındaki dut ağacını gördüm.Tabii o da aldı nasibini bendeniz vandalların kralından.Dut ağacına tırmanırken tam,bir ses duydum arkadan:"Duttan düşen ölürmüş derler yavrum,duymadın mı hiç?",Ayağımı ağaçtan aldım,hırsızlık yaparken yakalanan bir çocuk gibi kızardım,tişörtümle kamufle olabilmek için belkide.Ben tek kelime etmeden,kapıda duran yaşlı teyze içeri çağırdı beni"Ne dikiliyorsun kapıda" nın orada söylendiği şekliyle tabii.Girdim eve,sabahın 7 sinde amcamla teyzem kahvaltılarını etmiş çay içiyorlardı.Muhabbete koyulduk,tabii ki nereden geldigimi,kim oldugumu sordular,anlattım yabancı olduğumu buralara.Hayatımdan bahsettim,onlar köyden bahsetti,ağaçlarından,Huçça'dan,torunlarından,dinledim,güldüm eğlendim,ağaçlarda göremediğim birçok şey yedim.Sri Lanka da bile bu kadar güzelini yapmadıklarına emin olduğum çaydan içtim,konuşup dinledim,hayatımda ilk kez önyargısız bir sohbet ettim,kim olduğum önemli değildi,sabah çıkıp gelen bir Tanrı misafiriydim sadece,onlarda ev sahibiydiler o Tanrı'nın.9 oldu saat,çıkıp koşmam gerektiğini söyledim,güldüler,onun yerine bahçeyi biç dediler bizim,söz dedim yarına,çıktım kapıdan yüzümde içten gülümsemeyle,emindim arkamda da o şekilde bir gülümseme olduğundan,içten,2 köpek kapıdaydı,çıktım takıldılar peşime,Knulp gibi tekrar vurdum kendimi yollara...

Yorumlar