Poe'suz



Bozkırlarda iki ayakla gezmek ne kadar akıllıca bir işti? Uzun ve sonsuz anlamlandırmaya cüret dahi edemeyeceğimiz steplerde hayatta kalmak dört ayaklıların kabiliyeti gibi duruyordu. Ellerimi toza toprağa bulayıp yola devam etmeye çalıştım, Bir kaç günden biraz fazla olmuştur ama eminim başıma gelenler her hangi bir insanın asla tecrübe edemeyeceği kadar akıl dışı ve mantık yoksunuydu. Şu an o kadar kasvetten ve acıdan sonra nasıl hayatta olduğuma şaşırıyor, laktik aside bulanmış vücudumu ayakta tutan bu şaşkınlığa da bir yandan şükrediyordum. Kendi sakin dünyamda inşaat işlerinde çalışır, bana ve aileme yetecek kadar para kazanıp bir sonraki işi beklerdim, kimi zaman aylarca.


 Bırakın da öncelikle hala aklımın almadığı zihnimi bulandıran bu masalın yaşanmasına sebep olanlar hakkında konuşayım. Başkalarının acısını izleme konusunda kimi saplantılarım olduğu söylenirse size, inanmamak için uğraşmanızı tavsiye etmem. Çünkü tam olarak bir korkağın ziyafetidir bu durum. Canlı ya da teknolojinin sunduğu olanaklarla acı çeken insanları izleyerek kendi içimde ferahlık ve rahatlama bulurdum. Geceleri yatmadan Bataille ve Sade okur, onların aslında o kadar da şeytani olmadıklarını düşünerek kendime hayali yoldaşlar edinirdim. Sonradan olanlarla beraber bütün izah duygumu kaybederken o anlarımı düşünüp hayıflanmamın gereksiz olduğuna emindim. Kısa geri dönüşlerle hatırladığım kadarıyla etrafımdakilerin çektiğim acıyla eğlenmelerini izliyor ve bundan keyif alıyordum. İnsanlığa hizmet ederken koca bir mumun fakir bir evi aydınlatması gibi mutluluk dağıtıyor, çektiğim acıyla insanların yüreklerini neşeyle; yüzlerini gülümsemelerle dolduruyordum.


Hatırladığım, insanların et parçaları gibi birbiri üzerinde bulunduğu koca bir salon, yarışıyorlar, eziyorlar ve daha yükseğe çıkmak için beni görebilmek için canlarını alabilircesine müsabaka veriyorlardı. Beni izlemelerini izlememe izin verdikleri için yanımda sessizce dikilen sunucuya şükranlarımı sundum. Sunucu gıkını bile çıkarmadan yarışmacıları içeri davet etti. Dört adam, iki kadın suratlarında benzersiz ifadelerle girdiler ve arkamda sıralandılar. Sunucu konuşmadan önce bir volkan gibi içindeki lavları topladı ve kaos içindeki kalabalığı tek kelimesiyle, tek püskürmesiyle susturdu. Bilincimin açık olduğu ikinci aşamaya geçmiştik anladığım kadarıyla. Bir miktar kimyasalla nasıl uyuşturulduysam, bir miktar kimyasalla da bilincim tamamen açılmıştı. Uyluğumun ön kısmı derin bir şekilde kesilmiş ve dikilmişti, ufak bir sızısı vardı sadece. Açamadığım sol gözümden, oraya da darbe aldığımı farkettim ve başımdaki ağrının da sebebinin bir başka darbe olması gerektiğini düşündüm. Bunun dışında bir kaç ufak morluk ve kesik yer yer gözüme çarpıyordu bakışlarımı çıldırmış kalabalıktan alabildiğim zamanlarda. Sunucunun tek kelimesinin ne olduğunu anladığımda ilk yarışmacı kalabalığa selam verip bir tezgahın önüne ilerleyip sadece ufak bir iğne aldı. Kalabalık bu cüretkarlığını farkedip çılgın gibi bağırıp alkışlarla onu bir gladyatör gibi selamladı. Savaşacak gücüm olmadığı gibi savaşmama gerek olmayacağını düşünüp bir parça huzur buldum. Gözlerimi kocaman tavana doğru kaldırıp, başıma gelecekleri kabullenmenin benim için en iyisi olacağını düşündüm. Fakat farkettim ki ben zihnim açıkken ve sessizce beklerken kalabalık huysuzlaşarak beni yuhalamaya başladı. O zaman anladım kabullenerek alacakları zevki azaltıyor, değerimi düşürüyordum. Role başlayarak üzerime gelen yarışmacıya doğru hırlayarak atıldım ve kalabalık bir anda çığlık atarak sevinmeye başladı. İstediklerini anlamıştım ve onlara bu istediklerini verecektim. Yarışmacı iğneyi iki parmağı arasında tutup gözlerini bana devirdi ve eğildi. Elini uzatır uzatmaz ısırmaya çalışır gibi atıldım ve inanmayabilirsiniz fakat izleyicilerin arasından bir kadının keyiften bayıldığını gördüğüme eminim. Yarışmacı kırık bir şekilde gülümsedi ve iğnenin ucunu gözüme doğru  yaklaştırmaya başladı. Hayatımda ilk kez bu kadar heyecanlandığımı hissediyordum, iğnenin ucu sağ üst köşedeki sarı ışığın da yardımıyla parladığında ne için yaratıldığımı anlamıştım. İki gözün arasında bir iğne, cellat ve kurban arasındaki balta gibi sabit bir şekilde dururken, kendimi Atlas gibi hissediyordum ve hazırdım, Dünya'yı ve ruhumu taşımaya.






Yorumlar